---
Yıllar sonra gelen ek:
Bugün baktığımda ne yukarıda yazdıklarıma ne de İslamoğlu ve Okuyan’dan
alıntıladığım kısımların –birkaç satır hariç- hiçbir satırına katılmıyorum.
Öncelikle şunu söylemem gerekiyor.
“Ümmi” ifadesinin kökü UMM’dir. Bu ise “anne” anlamına
gelir. Buradan istiareyle “anasından doğduğu gibi olmak” anlamı çıkarılmıştır.
İstiarenin istiaresindense anadan doğduğu gibi olmak yani;
- Cahil olmak
- Okuma yazma bilmemek
- Kirlenmemiş, katışıksız,
tertemiz olmak (bu benim çıkarımım. Bunu diyen başkaları da olduğunu
anımsıyorum ama çok emin de olamadım.) Bir de edebî tefsir: “bebek doğdum da
çamura battım” ifadesinin geçtiği bir şarkı vardı. Heh işte ümmilik, çamura
batmamış olmaktır yani.
gibi anlamlar verilmiştir.
Mekke'nin “ümmül kura” – “beldelerin anası” olması sebebiyle
ÜMMİ ifadesinin sonundaki Ya harfini mensubiyet ya’sı olarak kabul edip ifadenin
“ÜmmLÜ, Mekkeli” anlamına geldiği söyleyenler de vardır.
ÜMMİY ifadesine MEKKELİ dediğimiz vakit bazı ayetler
anlaşılmaz oluyor. Daha doğrusu manasız oluyor. “Kitap verilenlere ve ümmilere de ki” ayetini; “kitap
verilenlere ve Mekkelilere de ki” şeklinde anlamak pek tabi mümkündür ama akla
yatkın değildir. Şöyle zorlama teviller yapılabilir; “Mekkeliler, Mekke’nin
yerlisi müşriklerken kitap verilenler Mekke’nin yerlisi değildir. O yüzden ayet
bu şekilde gelmiştir.” Ama bu iddia ispata muhtaçtır. Zira böylesi uzak bir tevil
kendi başına delil olarak kabul edilemez.
Demek ki ÜMMİY ifadesinin en azından geçtiği her yerde
Mekkeli anlamına gelemeyeceğini anlamış bulunuyoruz. Elbette ÜMMİY ifadesi her
yerde MEKKELİ anlamına gelmek zorunda değildir. Bazı yerlerde Mekkeli, bazı
yerlerde kitaptan habersiz, bazı yerlerdeyse okuma yazma bilmeyen anlamına
geliyor olabilir.
Örneğin “Ümmi nebi rasul” ifadesinin geçtiği ayetlere;
- Cahil nebi rasul,
- Okuma yazma bilmeyen nebi
rasul,
- Anasından doğduğu gibi
tertemiz nebi rasul
- Mekkeli nebi resul
şeklinde anlamlar verebiliriz.
Peki doğrusu hangisidir?
İlk maddeyi üzerine düşünmemize dahi gerek olmadan
eleyebiliriz sanıyorum. Allah resulünün hem lügavi anlamda cahil hem ıstılahi
anlamda cahil olduğunu iddia eden lugavi ve ıstılahi anlamda cahilin ta
kendisidir.
Ama diğer 3 manadan hangisini seçeceğiz?
Birtakım insanlar (benim de geçmişte attığım tweetlerdeki
gibi) “ümminin tanımı Kur’an’da Kitap bilmemek, kitaptan habersiz olmak olarak
verilmiştir, üstelik nebinin de bundan önce kitap okumadığını ve yazmadığını da
Allah söylemiştir. O halde bu ifadenin anlamı ‘daha önce ilahi vahye muhatap
olmamış, herhangi bir (ilahi) kitap okumamış nebi rasul’ olarak anlaşılması
gerekir. Bu sebepten nebinin okuma yazma bilmediği iddiasının Kur’ani bir
temeli yoktur.” anlamına gelen cümleler sarf etmektedir.
Bu düşüncenin birtakım eksik yanları olduğu kanaatindeyim.
Evet resul daha önce bir kitap okumamış ve onu sağ eliyle yazmamıştır. Ama bu
ifadedeki kitabın yalnızca ilahi kitap olduğunun delili nedir? Evet ayet ilahi
kitapları kapsar. Yani bu ayetten nebinin daha önce Tevrat ve İncil okumadığını
anlarız. Ama bu ayette, başka herhangi bir metin okumadığına dair de bir işaret
vardır sanıyorum. Özetle, genel anlamda geçen kitap ve yazmak ifadesini özel
anlama hasretmemizin gerekçesi nedir?
Eğer ki “Kur’an’da ümmiliğin zıttı olarak Kitap nedir
bilmemek ifadesi geçmekte, kelimenin tanımı bu şekilde verilmektedir.” şeklinde
bir itiraz gelirse de, o ayette mutlak anlamda bir sözcük anlamı, tanımı verildiğinin
delili nedir? diye sorarım.
Ümmiliğin bir boyutu kitap bilmemek olarak anlatılmıştır
evet ama kitap bilmemenin, vahiyden habersiz olmanın ümmiliğin anlam kümesini
bütünüyle doldurduğunun delili nedir?
Ümmilik halen sözlük anlamı olan “anadan doğduğu gibi olmak”
anlamını barındırıyor olabilir ve ayetin anlamı da şöyle olabilir: “Onlardan
bir kısmı ÜMMİDİR, ANALARINDAN DOĞDUĞU GİBİDİR. Kitabı bilmezler; (bildikleri)
bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler.
Âli İmran 20’deki “kitap verilenlerle ümmilere sor”
ifadesinde de ümmiliğin “Kitap verilmemiş” anlamında terimleştiğini, bu ayet
içerisinde anlam çerçevesinin daraltıldığını görüyoruz.
O halde “ümmi nebi rasul” ifadesi de “kitap verilmemiş nebi
rasul” anlamına mı gelmektedir? Elbette hayır.
Kur’an’da birbirinden farklı yerlerde bambaşka anlamlarda
kullanılan kelimeler vardır. “muhsan” bunlardan birisidir. Bir yerde bir yerde bekar kadın, bir yerde evli kadın anlamına gelmektedir.(Bkz. Nisa 24-25) Kelimenin bir yerde bir anlamda kullanılması, bir başka yerde de aynı anlamda
kullanılacağı anlamına gelmez.
Özetin özeti: Kur’an’a bakarak “resulün okuma yazma
bilmediği iddiası yanlıştır” diyemeyeceğimizi düşünüyorum. Zira “ümmilik”
bağlamındaki ayetlerin içerisinde hâlâ okuma yazma bilmeme anlamını
barındırabileceğini zannediyorum.
Elbette “utlu (tilavet et), iqra (kıraat et)” şeklindeki
ayetlere bakarak nebinin bir metni okuduğu anlaşılabilir. Ama bu kelimelerin
ille de metinden takip ederek okuma anlamına gelip gelmediğini bilmiyorum.
Mesela ezberden okuyan birisine “tilavet etti” yahut “kıraat etti” denilir mi
bilmiyorum. Eğer denilemezse nebinin okuma bildiği netleşir.
Ve gene gözden kaçırdığım yahut şuan aklıma gelmeyen başka
ayetlerden de resulün okuma yahut hem okuma hem yazma bildiği sonucu çıkabilir.
Ama sonucun kesinlik arz etmesi mühimdir. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi
muhtemel anlamlardan sadece birisine tutunup hüküm vermek hatalıdır.
Değinmek istediğim bir diğer konu da “iqra bismi
rabbikellezi halaka” ayeti etrafında yürütülen edebiyattır. İqra emrinin
nesnesi, yani neyin okunacağı belirtilmediği için okumanın konusunun
sınırlandırılamayacağı, kainatın okunulması, kainat üzerine düşünülmesi
gerektiğinin söylendiğini söyleyen kişiler vardır.
Arapça bilgim oldukça sınırlı lâkin iqra emrinin “düşünme”
anlamı vardır evet ama bildiğim kadarıyla ancak ve ancak kelime 2 nesne
alabiliyorsa “düşünmek” anlamına gelebilir. Oysa burada nesne dahi almamıştır.
Dolayısıyla bu ayet etrafında yürütülen bu çeşit edebiyatın hatalı olduğu
kanaatindeyim.
Ayrıca bu ayetin ilk inen ayet olduğu kesin değildir. Bu
konuda farklı rivayetler ve görüşler vardır. Dolayısıyla “ilk inen ayet bu idi,
o yüzden okunacak nesne yoktu” ifadesi kesin değildir. Zira başka ayetlerden
okumanın nesnesinin ne olduğunu öğreniyoruz. Müzzemmil suresinin ilk
ayetlerinde okumanın nesnesi Kur’andır. Dolayısıyla bir yerde geniş gelen emir
başka bir ayetle hususileştirilmiş olabilir. Kur’an’da bunun örnekleri çoktur.
Ayrıca vahyin nasıl gerçekleştiğini de bilmemekteyiz. Vahiy süreci Allah ve elçileri arasında, bize gayb olan bir süreçtir. Vahyin
sözlü hitap boyutu da vardır. O sebepten konuşmada zaman zaman zamirler net
olmayabilir. Kur’an’da bunun da örnekleri çoktur. Hangi zamirin neyi işaret
ettiği zaman zaman anlaşılamamakta, zaman zaman konuşmalar arasında “de ki,
dedi ki” şeklinde izahlar olmadan konuşmalar aktarılmaktadır. Neticede
konuşmada “bunu” dendiğinde ne olduğu belli iken bunu yazıya geçirdiğimizde
nesneyi göremeyebilmekteyiz. Lakin okuyucunun burada dikkat etmesini istediğim nokta
şudur ki; “bu zamirlerin nereye gittiğini ya da konuşanın kim olduğunu ya da birkaç
kelimenin niçin zikredilmediğini asla bilemeyiz, Kur’an’da bunun cevabı yoktur”
demiyorum. Sadece şu an için bilmediğimizi, bilen birileri varsa da benim
haberimin olmadığını söylüyorum.
Ayrıca "iqra" ifadesinin "duyur, çağır" gibi anlamlara geldiğini de söyleyenler vardır ki bu durumda anlam "Yaratan rabbinin adıyla çağır, duyur" olacaktır.
Özetle, “kainatı oku” çıkarımı Türkçe düşünülerek yapılmış
bir çıkarım gibi durmaktadır. Arap dilinde bunun karşılığı olmadığını
sanıyorum.
Ve bir de dertleşme köşesine yer ayıralım;
Yazıyı okuduysanız görmüşsünüzdür ki ihtimaller arasında
tercih yapmakta zorlanıyorum. İfadenin muhtemel anlamlarından hangisini seçmem
gerektiğini anlayamıyorum. Allah dilerse bizleri rızasına iletecektir.
Dua ediniz.
Selam.